Ege mavisinde harika anılar


20 Mayıs sabahı 9 metrelik Jeanneau Merry Fisher model, motorlu tekne ile Marmaris’e gitmek üzere Pendik Marina’dan, benim gibi mimar olan Hakan ile seyre başlıyoruz.

Ufak bir tekneyle uzun bir seyre çıkarken insan haliyle endişeleniyor. Uzun mesafe ve doğa her zaman sürprizlerle doludur. Bu sürprizlerin kötülerinde iskeleye bağlıydık. İyilerini ise bu sayfalarda anlattım.

Yazı ve fotoğraflar: Ersin Tunçay

2014’te kendi teknemi alırken 40 feet altı olmasın diye uzun süre paramı denkleştirmek için beklemiştim. 30 feet’lerin Ege Denizi’nde ufak kaldığı söylenmişti. Daha sonraki senelerde 32 feet bir yelkenli ile Hırvatistan-Türkiye seyri yapmış ve çok keyif almıştım. Böylece Ege Denizi ile ilgili durumun geçerli olmadığını yaşayarak tecrübe etmiştim. Denizde ol da neyle nasıl olursan ol...

20 Mayıs sabahı 9 metrelik Jeanneau Merry Fisher model, motorlu tekne ile Marmaris’e gitmek üzere Pendik Marina’dan, benim gibi mimar olan Hakan ile seyre başlıyoruz. Hedef Çanakkale’den çıkış yapıp nispeten görmediğimiz Yunan Adaları üzerinden Marmaris-Hisarönü’ne varmak. İki temel konu var: Birincisi yüksek havalarda iri dalgalar, seyir güvenliğini ve keyfini olumsuz etkiliyor. İkincisi ise 600 litre depo ile azami 200 mil yol yapıyor olmamız. Yani benzin alacak yerleri çok iyi seçmemiz gerekiyor.

Az bir kafa rüzgârla Marmara Denizi’ni 23 knot’lık bir hızla bitiriyoruz. İkimizin de dikkatini denizin rengi çekiyor. Yakın geçmişte İstanbul’dan uzaklaştıkça denizin rengi yeşile dönerdi. Maalesef bu sene kahverengimsi bir renk, Çanakkale çıkışına kadar devam etti. 

 

Hakan Kızıltuğ, Ersin Tunçay

 

Az bilinen, az ziyaret edilen ve az turistik

Çanakkale’den çıkış işlemlerini yaptıktan sonra bir çırpıda ver elini Limnos. Önce Mondros Limanı’nı ziyaret ediyoruz. Çok geniş doğal bir limanın içinde minik bir marinası var. Mondros Anlaşması adından da anlaşılacağı üzere bu limanda 1. Dünya Savaşı sonunda imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nu fiilen bitiren bir anlaşma olmuş.

Yan tekneden yardımcı oluyorlar ve limana bağlanıyoruz. Tekne ufak olunca bağlanma çok pratik oluyor. Elektrik-su var ama kimse bizden bir şey talep etmiyor. Etrafa hızlıca bakınıyoruz, yemek yiyip ana limana doğru hareket ediyoruz. Yarım saat içinde merkezdeyiz.

Limnos Adası’nın tanıtım broşürü seneler evvel elime geçmişti. Diğer adalara göre daha az tanınan bu ada turistlere sesleniyordu. “Tarihi ve doğal güzellikleri olan bu bakir adaya gelin ve hesaplı deniz mahsullerimizi deneyin” yazıyordu. Zaman zaman Google’dan da araştırmıştım. Görmek istediğim adaların başında geliyordu. Az bilinen, az ziyaret edilen ve az turistik ada. Tam bize göre…

Adanın merkezi olan Mirina Limanı’na kıçtankara bağlanıyoruz. Geniş limanın bir kenarında restoranlar, diğer yanında ince kumu olan bir kumsalı var. Su tertemiz. Çanakkale’nin içinden akan kirli dere görüntüsü aklıma geliyor. İnsan kıyaslamadan yapamıyor maalesef. Bu kadar yakın ve bu kadar temiz, bakımlı…

Limnos Adası’nda Athos Dağı’nın ardından güneşin batışı

 

Akşamına, merkeze adını veren Bizans Kalesi’ne tırmanıyoruz. Athos Dağı’nın ardından müthiş bir gün batımına tanık oluyoruz. 

Yunan adasının huzuru ve sakinliği Hakan’ı da beni de etkisi altına almaya başlıyor. Mega kent İstanbul’da hayat aşırı hızlı aktığından ihtiyacımız yavaşlamak. Teknede kahvaltı, deniz ve boş geçen birkaç saatin ardından akşamüstü ortalık kalabalıklaşıyor. Herkes sakin ve sessiz. İşte aradığımız tam olarak bu. Mirina’nın kuzeyine yürüyoruz. Deniz kıyısında harika taş evler, barlar, restoranlar…

Deniz kıyısında bir restorana oturuyoruz ve hemen başlıyoruz ‘Türkiye’de böyle bir ambiyansta fiyat ne gelirdi’ sohbetine. Kaçınılmaz olarak konu buraya geliyor. Fiyatlar üçte bir diyebilirim. Barlarda da benzer durum var maalesef…

Teknemizin yanına yanaşan balıkçı teknesinin halka balık sattığını görüyoruz. Balıklar cam gibi parlıyorlar. Suratsız balıkçıdan birer kilogram barbun ve karides alıyoruz. Toplam 20 euro. Karidesi akşam harika bir deniz mahsullü makarnaya dönüştürüp şarap eşiğinde ziyafet çekiyoruz. Barbun buzdolabında beklesin bakalım.

Keşke vaktimiz daha fazla olsaydı diyerek 23 Mayıs sabahı adadan ayrılıyoruz. İki gece adaya yetmiyor fakat daha görülecek adalar var ve 12 güne Türkiye’de olmamız gerekiyor. 

Çok sevdiğimiz Limnos Mirina’daki suratsız balıkçının taze ve hesaplı balıkları

 

Kalimera Efstratios

Limnos’un hemen güneyindeki Efstratios Adası’na sabah saatlerinde varıyoruz. Huzur ve sakinlik artık doruk noktasında. Evimizi, pardon teknemizi rıhtıma bağlayıp kısa bir tura çıkıyoruz. Sezonun da henüz başlamamasından kaynaklanan bomboşluk söz konusu. Bir polis ve bir sahil güvenlik memuru oturmuşlar sohbet ediyorlar. Balıkçılar “Kalimera” diyerek bizi selamlıyor ve işlerine devam ediyorlar. Girişte cumbalı Osmanlı evleri var. Öyle naif sakin bir ada ki... Limanın etrafında dolaşırken yol tabelasında en uzak mesafenin 13 kilometre olduğunu görüyoruz. O kadar ufak, Ege’nin ortasında bir ada işte. Kim gider bu adaya dersin. Biz ordayız işte…

Limnos Mirina’nın bizi çok etkileyen mimarisi ve bakımlı sokakları

 

Bir ada, iki iklim

Çanakkale’den aldığımız benzin bitmek üzere. Hedef adamız Skyros’ta ana limanda sahilde benzin istasyonu vardı. Geçen sene Sporades Adaları’nı eşimle gezmiş ve Skyros’u sevmiştik. Adanın doğusu kurak, batısı yeşil; iki farklı iklim varmış. Linaria’nın marina yöneticisi karşılıyor bizi. Adam durmak bilmiyor. O minik marinada her şey var. Hizmet karşılığında da yine ödenen paralar günlük 10 euro civarlarında. Çanakkale’de bir geceye 30 euro ödemiştik.

Gece dev akyalar ve turnalar marinayı adeta basıyor. Millet alışmış. Hakan’la ben tüm tuşlara basıyoruz. Yemli olta, zıpkın, çarpma… Olmuyor. Sinir oluyoruz. Hatta Hakan bir ara havaya girip “Büyük yakalamayayım, dolaba sığmaz” diyor. Hakan’ın bu lafı tatilin mottosu oluyor. Aman abi büyük gelmesin!

Efstratios Adası’ndaki balıkçılar ve Osmanlı’nın cumbalı evleri

 

Evimizle nerde istersek oradayız

Alonnisos harika bir ada. Fakat ona gidersek fazla batıda kalacağız. Artık yavaştan güneye inmemiz lazım. Havayı da her an kolluyoruz. İki güne kuvvetli güneydoğulu rüzgâr var. Evia Adası’nın batısında yine eşimle tekne seyri yapmıştık. Şimdi de doğudan aşağı inelim dedik ve Kimi kasabasının limanına yanaştık. Yunanda liman, araba park yeri gibi. Bazıları ücretli bazıları değil. Biz, memlekette rüyanda bile görsen inanamayacağın korunaklı limanda, iki gece ücretsiz kalacağız. 

Ada büyük ve tepede bir kasaba yani horası var. Araba kiralasak iyi olacak. Fakat Yunanistan’da öğlen her yer kapalı. Kafedeki bir kadın araba kiralama konusunda bize yardımcı oluyor. Meğer sokaktan geçen biriymiş. İki saate arabanın anahtarı kafedeki kızda oluyor. Sadece kimlik fotoğrafı yolluyorum. Ne imza ne arabanın etrafında tur. Limnos’tan aldığımız barbunları restorana verip pişmesini beklerken araba işi de halloluyor. Suzuki jip gelmiş şansımıza. Kimi de 

kısa bir turun ardından ancak jip ile gidilebilen bir sahile 40 dakika arazi yoluyla varıyoruz. Hakan benim off-road tarzımdan rahatsız oluyor. Abi yavaş, abi yavaş diye diye sahile varıyoruz. Kelebekler Vadisi’nin bir benzeri. Daha doğrusu eski hali. Derin mavi bir deniz ve beyaz çakıl taşları. İki, üç çadır kurmuşlar sahile. Bir kafe var ama henüz açılmamış. Kumsalın hemen bitiminde minik ahşap harika bir ev. Yine Hakan’la aynı konu: Burada kaç gün kalabilirsin? Yok yok tekne iyidir. Alıştık bir kere. Evimizle nerde istersek oradayız.

Andros Batsi Limanı’ndan kiliseye bakış

 

Öncelik keşfetmek

Kimi de rüzgârlı bir günün ardından daha da güneye, Andros Adası’na gideceğiz. Balık malzemeleri satan bir adam “Evia-Andros arasındaki kanal kuvvetli hava yapar, yarın yola çıkmayın” dese de öngörülerim sonra gelecek olan havanın daha tehlikeli olduğu yönünde. Bahar aylarında güneyli rüzgârlar tehlike yaratabiliyor. Sabah erkenden kıçtan gelen rüzgârla 60 millik Andros’un Batsi Limanı’na doğru yola çıkıyoruz. Dalgalar irileşiyor. Biz de en kısa rota yerine, Evia Adası’nın sahil kısmına yanaşıyoruz. Kanal bizi üzmese de bozuk arazide gider gibi 3,5 saat bir seyir ile Andros’a varıyoruz.

Tekne ufak ve su kesimi az olduğundan öyle sempatik bir yere bordalıyoruz ki kasabanın tam merkezindeyiz. Adım atıyoruz; kafeler, restoranlar. Elektrik-su hemen yanımızda ve bağlama da dahil ücretsiz. Kısa bir liman keşfi ardından yemeğimizi yine teknede yiyoruz. Bizim için yeni yerler görmek, keşfetmek öncelik. Yemek dediğin bazen doymak oluyor. Bundan da çok memnunum.

Bir gün sonra tahminim doğru çıkıyor. Önce kuzeyli ardından güneyli rüzgâr kopuyor. Alargadaki tekneler sıkıntı yaşıyor. Akşamüstü, limana yanaşmaya çalışan tekne grubunu havuzlukta sohbet ederken izlemeye başlıyoruz. İkisi rıhtıma bordalıyor. Diğer 50 feet’lik yelkenli liman içinde tehlikeli manevralar yapıyor. Şaşkınlıkla izliyoruz. Önce bir teknenin demirine dümen palasını takıyor. Ondan kurtulup 10 dakika sonra aynı tekneye kafadan çarpıyor. Rıhtımda insanlar yardım etmeye çalışsa da belli ki kaptan acemi. Hakan’a “Bekle, ben şunları yanaştırıp geliyorum” diyorum. 10 dakikada limanın diğer ucuna varıyorum. Kaptan bir saattir yanaşamadı ve ekip sıkıntıda. Karaya yaklaşmalarını söyleyip atlıyorum teknelerine. Demirdeki adama ve halatlardakilere ne yapacaklarını söyleyip 20 knot kafadan gelen rüzgârda sağlam bir demir atıp limana kıçtankara yapıyoruz. Ön pervaneyi o kadar çok kullanmışlar ki sanırım aküsü bitmiş. Eski teknemde de yoktu zaten. Biraz manevra ile kafayı sağlama alıyoruz. Polonyalı kalabalık ekip bizi akşam yemeğe davet ediyorlar. Fakat sabah erken yola çıkacağımızdan pas geçiyoruz.

Evia Adası’nın ulaşması zor ama muhteşem plajı Thapson

Andros Adası’ndaki Batsi Limanı’nda harika konumda kaldık

 

Bir günde üç ada

27 Mayıs öğlen Tinos ana limandayız. İkmal yapıp Mikonos’a devam edeceğiz. Adada meşhur bir manastır varmış. Hatta bu manastıra çıkan insanlar dizleri üstünde sürünerek de çıkabilsinler, kendilerini çektirsinler diye 500-600 metrelik yokuşa kauçuk halı sermişler. Eh, ne diyelim, sürünsünler bakalım.

Ufak ve süratli teknenin en güzel yanı; sırada Mikonos’un Paradise Plajı’nın minik beton iskelesi var. Bugünkü üçüncü adamız ve daha hâlâ vaktimiz var. Tekne boyunda çok sığ bir iskeleye dakika dolmadan yanaşıp parti adasına şöyle bir bakıyoruz. İçeceklerde kampanya varmış. Bir kokteyl 6 euro’ya geliyor. Barmen de pahalı olanlardan seçmememiz için bizi uyarıyor.

Mikonos’ta sığ suya demir atıp merkeze bağlandık

Yunanistan’da üçüncü ya da dördüncü kuşak, işletmelerde ya çalışıyor ya da yönetiyorlar. Turizmi biliyorlar. Umarım bizde de yeni kuşaklar günlük değil de uzun vade düşünürler…

Mikonos ana limana gitmeye karar veriyoruz. Bizim gibi erken yatıp kalkan denizcileri, müzik gürültüsü rahatsız ediyor. Ana limanın balıkçı barınağının iç tarafında usulca karaya oturmadan girip tahminen 70-80 santimetrelik suya demir atıp kıçtankara yapıyoruz. Yine ücretsiz ve Mikonos’un tam merkezindeyiz. Megayatlarla gelenler bizim beton iskeleye çıkarak merkeze varıyorlar. Onların akşam teknelerine gitmek için bir tekne daha kullanmaları gerekirken ben salondaki masayı aşağı indirip yatağımı yapıp tam merkezde güvenli bir şekilde uyuyorum.

Hakan’la Mikonos’un gün batımı ile ünlü koyunda birazdan restoran arayacağız

 

Mikonos dünyaca tanınmış bir nokta. Çok farklı milletten insanlar gelmiş adaya. Cruise gemilerinin biri geliyor, biri gidiyor. Sokaklar tertemiz ve çok şık. Ucuz yemek şansı da var, ultra lüks de. Bodrum ve Alaçatı mutlaka örnek almalı diye düşünüyoruz.

Ege’nin hava yapan kanalını geçmek için iki-üç gündür bekliyorduk. Zaman zaman 5-6 metre dalga kaldıran bu kanalı sakin suda geçip Patmos’ta kahvaltımızı sahilde, ayaklarımızı sıcak kuma gömerek yapıyoruz. Yine liman içi ve tertemiz bir deniz. Biraz yüzdükten sonra Hakan’a onu çok değişik bir yere götüreceğimi söylüyorum ve yola çıkıyoruz. Lipsi’nin hemen batısında Makronisos adındaki bir kayalık. Adanın ortasında bir obruk oluşmuş. Kuzeyi dalgalı olduğundan güneyine demir atılabiliyor. Su havuz gibi berrak ve durgun. Güney tarafından 2 metre dibe dalıp 2 metre de ilerleyince bu obruğa geçiş sağlanabiliyor. Biraz ürkütücü de olsa çıktığın yer mükemmel. Sadece ikimiz varız. Bu da insana daha çok keşif hissi veriyor. Hakan bayılıyor tabii olaya.

Lipsi’deyiz. Sabah Mikonos’taydık diyorum. Hatırlatırım. Sanki üç gün oldu. Zamanın, hele bizim gibi 50’yi devirenler için ne kadar değerli olduğunu söylememe gerek yok ve biz tam olarak hakkını veriyoruz. Limnos’tan Yunan sularına gireli sanki bir ay oldu. O kadar dolu dolu geçiyor ki. Şunu da söylemeliyim; bu eğlenceli tur içinde bir disiplin de var tabii. Yanaşmalar, ayrılmalar, rota takibi, hava takibi, alınan kararlar her şey bir ciddiyetle ele alınıyor. Gerekirse farklı uygulamalarda hava durumuna bakıyoruz. Bu keyifli tatilin, gezinin, keşfin çok basit bir hata ile bozulmasına göz yummamalıyız…

Lipsi Dilaila Restoran’ın beton iskelesine kıçtankara yaptık

Dilaila Restoranı’na gidenler bilir. O nasıl bir naiflik, güzellik öyle. Henüz açılmamış ama kahve isteğimizi geri çevirmiyorlar. “Çok oturduk haydi” diyerek ana limana kimsesiz yoldan yürüyüp Lipsi’nin merkezinde sakin bir yemek yiyoruz. Dönüşte gecenin sürprizi bizi bekliyor. Sığ olan beton iskeleye tekneyi uzak bağlamıştık. Yanımızdaki bot gitmiş ve biz tekneye ulaşmak için yarı belimize kadar denize giriyoruz. Anı dediğin de böyle olmaz mı zaten. Sıradan günleri kim hatırlar?

Turgutreis’ten girişimizi yaptıktan sonra Kos açıklarında ilerlerken kahvaltımızı teknede yapıyoruz. Knidos’un batıdaki eski liman ağzında denize girdikten sonra bir çırpıda Turgut Ella Yacht Club’dayız. Sağ olsun Ufuk karşılıyor bizi. Anılarımıza beraber yanaşıyoruz. Tamam memleket güzel ama ben buraların taşını, kayasını, denizini ezberledim artık. İçimdeki keşif duygusu hiç bitmeyen bir halde. Düşünüyorum da kırktan fazla Yunan Adası gördüm. Ama ne kadarını tam biliyorum? Hemen yanımızda da bitmek bilmez dev adalar silsilesi. Her fırsatta keşfetmeye devam edeceğim. Bir gezgin için konfor, yemek yani şartlar öncelikli olmamalı. Özgür düşünelim, özgür olalım yeter…