Okyanuslar bir sevdalısını daha kaybetti


Nuray inadına yaşadı, inadına denizlere koştu…

Yazı: Turgay Noyan

Naviga'nın Aralık 2013 sayısında yayınlanmıştır.

Azimle ilgili sevdiğim bir kıssa vardır. Topal karınca hacca gitmek üzere yola çıkmış. “Bu ayakla varamazsın ki, yollarda telef olacaksın” demişler. “Olsun” diye cevaplamış, “Hiç değilse yolunda ölürüm ya!” Elbette dini bir vecibeyle, amatör sevdayı aynı kefeye koymak gibi bir gayret içinde değilim. Belki böyle bir benzetme yanlış ama ben Halil Adalı’yı da, Nuray Kurt’u da düşündüğümde aklıma hep bu kısa öykü geliyor… İkisi de hiç değilse yedi denizleri aşarken öldüler, okyanusun sonsuzluğunu içlerine çektiler! Aslına bakarsanız, 2013 yaprak dökümü gibi geldi. Belki de benim çevremde çok kayıp oldu da bana öyle geliyor. Halil Adalı da, Nuray Kurt da yakından tanıdığım iki denizci dostumdu. İkisinin gözlerinde de aynı sevgi, aynı dostluk vardı. İkisini de benzer şekilde kaybettik. Halil, yola çıktığında kanser denilen melaneti düşünmüyordu bile. Ama Nuray öyle değildi. Bir doktor olarak bu yolculuğu bitiremeyeceğinin bile farkındaydı bana sorarsanız. 2000 yılından beri kıkırdak kanseriyle boğuşuyordu ve ilk tespit edildiğinde doktorlar ‘en çok beş yıllık ömrü kaldığını’ söylemişlerdi. Nuray inadına yaşadı, inadına denizlere koştu…

Onunla Naviga’da uzun bir söyleşi yapmıştık. Şu sözleri bütün macerasının özeti gibiydi: “Başta eşim, annem ve babam karşı çıktı. Ama sonradan hepsi çok destek oldular, onlara teşekkür borçluyum. Herkes ailesinin sağlıklı olmasını ister ama denizde olsam da, olmasam da bu hastalık benimle. Ne olursa olsun çıkmaya karar verdim çünkü kendimi denizde iyi hissediyorum. Onkoloğum da bu tura karşıydı ama sonunda, ‘Dünya turu yapmadan ölürsen çok üzülürüm, yaparken başına bir şey gelirse de öyle. Git o halde’ dedi.” Nuray kararını işte böyle verdi ve gitti, hem de ne zorluklarla... Üç ayda bir kontrole gelmesi gerekiyordu ve elbette maddi sıkıntıları vardı. Buna rağmen gitti, denizleri aştı. Türkiye’ye geldi, gitti… Sonunda teknesini Curacao’daki marinada karaya çekip yurda döndü. Dönüş o dönüş… Maalesef doktorlar gitmesine izin vermedi. Operasyon, kemoterapi, vs vs… Aradan 19 ay geçti. Durumunun iyi olmadığını biliyorduk ama sona yaklaştığı bilgisi ilk kez Selim Yalçın’dan geldi. Naviga’daki yazılarından yakından tanıdığınız ve kendileri de yelkenle dünya seyahati yapmakta olan Prof. Dr. Nadire Berker, Prof. Dr. Selim Yalçın çifti ile her zaman olduğu gibi buluştuk. “Nuray çok kötü. Onun teknesine de bakacağız” dediler. Nuray’ın teknesi Anka aynı zamanda bu denizci çiftimizin eski yatıydı… Onlar gittikten kısa bir süre sonra Nuray’ın ağırlaştığı bilgisi geldi. 25 Ekim’de şuuru kapanan Nuray Kurt, 31 Ekim’de hayata gözlerini yumdu ve 2 Kasım’da Tekirdağ’da toprağa verildi. Ne acıdır ki, aynı gün NadireSelim çiftinden de Anka’yı tamamen toparladıkları ve denize inebilir hale getirdiklerini bildiren mektup geliyordu. Bu iki dost kendi teknelerini bırakıp zor durumdaki bir başka kardeşlerinin teknesine koşmuş, onu denize hazır hale getirmişlerdi… İnsan, acizliğini ölüm karşısında çok daha iyi anlıyor. Halil Adalı gibi Nuray Kurt için de dua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Ancak benim aklıma onlar için yapabileceğimiz başka bir şey geldi. Oda-Sadun Boro ve Amatör Denizcilik Anıtı’na bu iki denizcimiz için özel bir şey yapabilirdik. Bilindiği gibi bu anıtı planlarken Sadun ağabeyin peşinden giderek kendi tekneleriyle dünya seyahatini tamamlayan denizciler için üzerinde rölyeflerinin yer aldığı bir bant ayırmıştık. Bu düşüncemi Mustafa Aksoy ve Necati Zincirkıran ağabeyimle paylaştım. Çok olumlu karşıladılar. Elbette Sadun Boro ağabeyimizin de olurunu alacağız. Ondan sonra iş anıtı gerçekleştiren sanatçımız Ersal Yavi’ye kalıyor. İnşallah tamamlamayı başarabilir, Nuray Kurt ve Halil Adalı’nın isimlerini de bu anıtta ölümsüzleştirebiliriz. Şuna adım gibi eminim ki buna çok memnun olacaklardır… Her ikisi de nur içinde yatsın, Allah rahmet eylesin… 

Anka teknesinin eski sahipleri Nadire Berker ve Selim Yalçın’ın kaleminden...

Teknede uğraşıp didinip bir çözüm bulamayınca Balkan Türk lehçesiyle “Gayrı artık yapcak bişey kalmadı dostum!”u patlatırdı. Kalmadı be Nuray, sevgili dostum, artık temelli ayrıyız. Seru Boca Marina, Spanish Waters, Curacao, Hollanda Antilleri. Marinada kırmızı tentesiyle Keyif, eski aşkımız Anka’nın yanında salınıyor. İkisine de bakamıyorum üzüntüden, sanki gözlerimi görseler anlayacaklar, farkına varacaklar Nuray’ın yokluğunu, artık olmayacağını... Anka’cık yine yalnız kalıyor, adı gibi olacak mı yeniden doğacak mı küllerinden bir kez daha, bilemiyorum. Son on gündür elimizden geleni yaptık; bir yandan ağladık bir yandan söylendik kadere, geçen zamana. Bir yandan da Nuray’ın en çok isteyeceği şekilde çalıştık, hatırasını korumak için elimizden geleni yaptık. Yıllar önce muayenehane açma kararı verdiğimizde Anka’yı satışa çıkarmıştık. Tekne satmak kolay değil ama Anka şanslıydı, yeni sahip adayı Dr. Nuray Kurt hayatımıza bir girdi pir girdi. Nuray’ın 2003’te Anka’yı satın almaya geldiği günü hatırlamıyoruz. Ama tanışır tanışmaz çok yakınlaştığımızı, kısa sürede kardeş gibi olduğumuzu biliyorum. Muzip yakışıklı yüzü, zeka fışkıran gözleri, kocaman kahkahası, tamamen kendine özgü konuşması, sağlam kişiliğiyle kardeşimiz oluverdi. Bulgar göçmeni, Bulgaristan’ın en iyi dahiliye hekimlerinden birinin küçük oğlu, genel cerrah, dalgıç, balıkçı, denizci, yelkenci Nuray artık eşi benzerine çok az rastlanan Balkan-Türk kültürünün son mirasçılarındandı. Neşesi, sohbeti, yaşama aşkı ve görgüsüyle hangi topluluğa girse birkaç dakikada herkesi büyüler, herkesle arkadaş olurdu. Çocuklar, gençler, her yaştan insan, hatta kedi köpekler bile hemen onun cazibesine kapılırlardı. Nuray’ı tanıyıp, onunla birkaç dakika geçirip, biraz konuşup onu sevmeyen olamazdı. Anka için pazarlık ederken bize hikayesini anlatmış, kahkahalarla güldürmüştü. 90’ların başında Bulgar Türklerinin göçü sırasında Türkiye’ye gelmiş ama tıp fakültelerini beğenmeyip Varna’daki okuluna dönmüş, genel cerrahi ihtisasını yaptıktan sonra İstanbul’da uzmanlık sınavını vermiş, mecburi hizmete de Urfa Birecik’e gitmişti. Birecik’te en küçük ev beş odalıymış. Elinde iki bavul, cebinde 250 TL’siyle küçük kiralık ev ararken “Eşyalar nerede doktor bey” diye soran ev sahibine, “Eşya bu işte,” diye iki bavulunu göstermişti.

Ev hayvanına alışık olmayan Bireciklilerin köpeğine nasıl ‘dohtorun iti’ adını taktıklarını, çok çalıştığı için ‘başhekimin bizi tembel durumuna düşürüyorsun, hastaların hepsi senin peşinde koşuyor, böyle dikkat çekmen iyi olmaz, daha az çalış’ diye ihtar verdiğini gülerek anlatmıştı. Üç yıl kadar çalıştıktan sonra bacağında kemik tümörü çıkınca tedavi için İstanbul yakınına Tekirdağ’a tayinini aldırtmıştı. Ameliyat olmuş, tedavi görmüş, eğer beş yıl metastaz çıkarmazsa yelkenli bir tekne alıp dünya seyahatine çıkmaya kendine söz vermişti. Anka’yı alıp donatıp dünya turuna çıkmayı planlıyordu. Pazarlık o dakikada bitti, Anka Nuray’ın oldu. Yeni damat müthişti; mutfağı, buzdolabını yeniledi, yeni direk taktı, yelkenler diktirdi, roller’ları değiştirdi, okyanus seyri için staysail taktı, güneş panelleri için kıça köprü yaptırdı, rüzgâr jeneratörüne kadar dünya seyahati için gereken her ayrıntıyı tamamladı. Her aşamada Bulgar kökenli, ressam eşi Bonka’nın desteğini aldı. Anka hayatının mihveri olmuştu, bir yandan tüm boş zamanlarında tek başına veya eşiyle, arkadaşlarıyla denize çıkıyor, diğer yandan denizcilik, yelkencilik konusunda bulduğu her kaynağı okuyor, kesip dosyalayıp biriktiriyor, el yazısıyla notlar çıkarıyor, durmadan araştırıyor, soruyor, öğreniyordu. Diğer yandan da metastazlarla mücadele ediyor, ameliyat oluyor, kemoterapi alıyordu. Hastalıkla sürekli mücadele etti Nuray, çektiği sıkıntıları kimseye göstermedi. Sanki hasta olan kendisi değilmiş gibi nerelerinde metastaz olduğunu, nasıl tedaviler planladığını gayet sakin bir şekilde anlatıyordu. Gık demeden 19 kere ameliyat oldu, yüzlerce kez radyoterapi ve kemoterapi aldı ama son dönemine kadar Anka’yı asla ihmal etmedi. Varna’da tamamladığı tamirattan sonra hayalindeki yolculuğa 2011 yılında çıktı. Cebelitarık, Kanaryalar, Cabo Verde üzerinden Atlantik Okyanusu’nu geçti. Okyanusu onunla beraber geçmek isteyen Bulgar arkadaşı Viktor, Kanaryalar, Cabo Verde seyrinde sert fırtınada paniğe kapılıp korkudan kamara dışına çıkamayınca seyrin son iki gününü dümen başında tamamladığını gülerek anlatmıştı bize Nuray. Cabo Verde’de Viktor onu bırakıp kaçınca da pes etmedi; tek başına, otopilotu bozuk, rüzgâr dümeni ayarsız, motoru arızalı teknesiyle Karayiplere kadar dümen tuttu. Keyifle Saint Lucia adası’ndan Curacao’ya kadar tek başına yelken yaptı, daldı, balık tuttu, arkadaş edindi, zevkle yaşadı. Onu tanıdığımız 10 yıl boyunca hastalığına isyan ettiğini sadece bir kez duyduk.

Gerçekten hasta olduğunu yalnızca tek bir gün fark ettik. Onunla olmak hep eğlenceliydi, o kadar ki rahmetli Halil Adalı akciğer kanseri olduğunu öğrenince üzüntüden Nuray’ı aramış, “Ben ne yapacağım şimdi Nuray, bana bir akıl ver” diye ağladığında “Ağabey bundan sonra ne yapılır, hayatını yaşa, ye, iç, sev!” cevabını patlatmıştı. O kadar sağlam görünüyordu ki ben onun hasta olduğunu unutuyordum sık sık, Nuray bir yolunu bulur gelir bu kasımda, Curacao’da tekneleri beraber karaya çekeriz, zehirlilerini süreriz, hem iş hem gırgır yaparız, yeriz, tekneleri hazırlayınca ver elini Panama diye hayaller kuruyordum. Ekim sonunda Curacao’ya varıp tekneyi biraz toparlayınca arayalım şu adamı ne zaman gelecek soralım diye düşünürken aldık haberi, komadaydı arkadaşımız. Her zaman bir yolunu bulan, ufak ameliyatlarla, önemsiz gösterdiği tedavilerle hastalığına nanik yapan kocaman adam pes etmiş olamaz; muhakkak çıkar o yoğun bakımdan, basit bir şeydir, düzelir umutlarımız sonradan yerini gözyaşlarına bıraktı. Anka’ya gittik, kapısını açtık, bir hayatın hasadına, müthiş bir rüyaya baktık baktık, ağladık. Her şey onun bir buçuk yıl önce bıraktığı gibi, sadece deli yağan yağmurlarda su almış biraz, giysileri sabun kokuyor, el yazısıyla temize çektiği şiirler, aldığı notlar, pipoları, gözlükleri, Pasifik ve Hint Okyanusu dahil seyir kitapları, Anka’nın o kendine has kokusu… Bu tekne bizim çocuklarımızla, köpeğimiz Zeytin’le ilk uzun seyirlere çıktığımız, yılbaşlarını Poyrazköy’de, kar fırtınalarında Karadeniz’de yelken açarak kutladığımız, Marmara’dan Ege’ye ilk çıktığımız, Marmara Adası’nda altıncı kitabımızı yazarken Turgay Noyan ağabeyimiz ve ailesiyle tanıştığımız sevgili kızımız. Önce bizim sonra da Nuray’ın ellerinde küllerinden yeniden doğan Anka’mız dünya seyahatine devam etmek için sahibini bekliyordu. Aylarca bakımsız kalan kızımızı Nuray’ın hatırasına yakışır hale getirmek için kolları sıvadık, tekneyi yeni sahip adaylarına hazırladık. Bir kısmı bizim zamanımızdan kalan donanımı temizleyip tasnif ederken dolaplardan, çekmecelerden çıkan yedek malzemeyi gördükçe Nuray’ın tekneyi bir değil, iki dünya turuna yetecek şekilde nasıl hazırladığını görüp hem hayran olduk hem de ‘keşke tekneyi Karayipler’de bırakmak yerine yola devam etseydi, Güney Pasifik Adaları’nı da görseydi’ diye hayıflandık. Sevgili arkadaşım, senin tabirinle ‘dostum’ Nuray, yüzün gözümüzün önünde, sesin, gülüşün kulağımızda, hatıran Pasifik yolculuğumuzda hep bizimle olacak.

Dünya seyahati sırasında iki yol arkadaşını peş peşe kaybeden Mustafa Aksoy, Panama’dan yazdı:

Çoook üzgünüm... Sevgili Nuray Kaptan kardeşimi kaybettiğimiz için çok ama çook üzgünüm… Onun en büyük emeli hayatı pahasına da olsa o küçücük yelkenlisiyle dünya turunu tamamlamaktı. O bu güçlü arzusuyla hasta hasta yolu yarılamayı başardı. Ayakta kalabilseydi bundan sonraki yolculuğu beraber yapmayı planlıyorduk. Doktor olduğu için rahatsızlığını çok iyi biliyordu. Dünya turunu tamamlamadan bu dünyadan göçüp gitmemek için dua ediyordu. Çok çabaladı, zaman zaman yolda yalnız kaldı ama caymadı, taa ki bu melun hastalık onu yeninceye kadar. Curacoa’daki marinada onu bekleyen teknesi durduğu yerde su almıştı. Allah’tan marina bekçileri fark edip zamanında haber verdiler. Ben de o günlerde Curacoa’daydım. Arkadaşım Samih ile hemen koşup marina müdürüyle birlikte su gelen yeri tamir edip suyu boşalttık. Bu durumu marina müdürü Nuray’a e-posta ile bildirmiş. Hasta yatağında çok üzülmüş. Türkiye’ye döner dönmez kendisini Tekirdağ’daki evinde ziyaret ettim, olayı anlattım. Teknesinin gerçekten iyi durumda olduğunu duyunca gözlerinin nasıl parladığını ve sevincini unutamam. Daha sonra sevgili denizci dostlarımız Dr. Nadire ve Dr. Selim Yalçın çifti ‘her an gelip yola devam edebilsin diye’ büyük bir özveriyle tekneyi baştan aşağı elden geçirdiler ama olmadı, olamadı... Teknesi Curacoa’da kaldı. Burada Kaptan Halil Adalı arkadaşımdan da bahsetmek istiyorum. Halil de eşiyle beraber dünya turunu tamamlamak için yola çıkmıştı. Tesadüfen Grenada’da karşılaşıp Panama’ya kadar arka arkaya gelmiştik. Nisan 2012’de marinaya yan yana teknelerimizi bağlayıp Türkiye’ye güle oynaya dönmüştük. Ekim 2012’de teknelerimize dönüp yola kaldığımız yerden devam edecektik. Maalesef aynı hastalık onu da aramızdan aldı, teknesi Panama’da kaldı. Sevgili Nuray kaptana da Halil kaptana da Allah gani gani rahmet eylesin. (Şu anda Panama’da Halil’in teknesi Esenyel ve kendi teknem Betame’yi suya indirmek için uğraşıyoruz. Sonrasında bu iki denizcimizin anısına yola devam edeceğiz.)