Kandiba yurda döndü
Hasan ve Zehra Şirin tekneleri Amel 55 model Kandiba ve dört ayaklı miçoları Carlos ile 10 Ağustos 2015’te çıktıkları dünya turunu tamamladılar.
Atlantic Odyssey Rally’i ikinci bitirmelerinin ardından Mart 2016’da Atlantik’te, Temmuz 2017’de Pasifik Okyanusu’nda oldukları sırada Naviga’nın sayfalarına konuk olan Kandiba mürettebatına yönelttiğimiz soruları ve bu serüvenlerde yaşananları hatırlayalım.
Bu yazı Mart 2016 sayısında Denizi Yaşayanlar üst başlığı ile yayınlanmıştır.
Ekibinizdekileri tanıtır mısınız?
Atlantik geçişini üç kişilik ekibimizle tamamladık. Tenerif’ten başlayıp, Le Marin Marina’da biten Atlantik geçişi öncesi tüm etaplarda bu ekip vardı. Antalyalı ekibimiz ben, eşim Zehra ve onun yeğeni Fatma Gül’den oluşuyordu. Tabii ki özellikle Atlantik geçişinde müthiş performans gösterip, moral ve neşe kaynağımız olan dokuz yaşındaki köpeğimiz Carlos’u saymazsak olmaz.
Ben, 1978’de ODTÜ Kimya Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra hep tarım sektöründe çalıştım ve çok yoğun bir iş yaşamım oldu. Zehra ile aynı köyde doğmamız ve akrabalık ilişkileri nedeniyle tanışıklığımız çok eskiye dayansa da yollarımız mezuniyet sonrası Antalya’ya döndüğümde kesişti ve 1982 yılında evlendik. 1984 yılında da tek çocuğumuz Erdem aramıza katıldı ve bugüne kadar iş dışında yaşama dair iyi- kötü her şeyi paylaşarak geldik. Yola çıkarken ben 61’imi yeni tamamlamıştım.
25 yaşındaki Fatma Gül ise daha kariyerinin başında olmasına rağmen, halasının teklifine ve içindeki maceracı ruha karşı koyamayarak, 2015’in mayıs ayında işinden ayrıldı ve temmuzda ekibe katıldı.
Denize ilginiz nasıl başladı?
Zehra ve benim altı yıl önce yelkenli ile tanışmamız belki biraz bilinçli ama daha çok tesadüflerle doludur. Takım oyununa olan inancım nedeniyle 1981 yılında kurduğumuz iş ortaklığını bitirmeye karar verdiğimde, iş yaşamında 30, evlilikte 25 yoğun yılı geride bırakmıştık. Çok yoğun stres altında geçen beş yıllık ayrılma sürecinde Zehra ile muhasebe yapma fırsatımız oldu. Gördük ki iş yaşamı dışında kendimiz için, özellikle birlikte hiçbir şey yapmamışız. Bu arayış içerisinde deniz yaşamı öne çıkmaya başladı ve “Yelken dersine mi gitsek?” derken kendimizi ilk teknemiz Sinara’yı almış bulduk. Aldık da denizcilik bizden çok uzak. Hele ben, ilkokulu köyde bitirdikten ve yatılı okul hayatına başladıktan sonra denizi 11 yaşında, dağlarında doğup büyüdüğüm Kaş’ı ise 18 yaşında görmüşüm.
Seyahatinizin çıkış noktası neresiydi?
Türkiye’den çıkışımızı, 10 Ağustos’ta, Turgutreis D-Marin’den yaptık. Oğlumuz Erdem ve D-Marin ekibi bizi daha önce Anouk ve North teknelerinin de yolcu edildiği pontondan uğurladılar. Karışık duygular içinde Kos’a doğru yelken açtığımızda dahi, Atlantik’i geçme niyeti dışında kesin bir planımız yoktu.
Atlantic Odyssey’e katılmaya nasıl karar verdiniz?
Atlantik’i geçme fikrini başında kendi kendimize bile yüksek sesle ifade etmesek de kafamızda olduğu için, araştırmaya başladık. Zehra yerli gezginlerin tüm kitaplarını, ben de dünya turu rotaları ve duraklar konusunda üstat sayılan Jimmy Cornell’in kitaplarını edinip okumaya başladım. Bir organizasyonla geçme fikri kulağa hoş gelse de kasım ayının en ideal zaman olmadığını biliyorduk. Acaba daha geç bir tarihte yalnız geçmek daha mı doğru olurdu? Bu dönem tanıştığımız ve Amel 54’ü Amanin ile tek başına dünya turu yapan dostumuz Dr. Halidun Karagöz’le konuşmalarımızın da etkisiyle biz Atlantik’i aralıkta geçmeye karar verdik. Dostumuz Halidun Karagöz’ün verdiği çok değerli ve öz bilgiler, bu seyahatin hazırlık aşamasında bizim için çok önemli oldu. 2014 Kasım ayında hem Atlantik geçişine hazırlanan dört Türk teknesinin ekibi ile tanışmak hem de havayı yerinde koklamak için Las Palmas’a gittik. Bu teknelerden Teta ve Soulmate o yaz Türkiye’ye döndüler. North ve Balıkçıl tekneleri ise seyirlerine devam ediyor. Dönüşte kararımız, kasım ayında geçmemek, gerekirse yalnız gitmek yönündeydi. Derken Cornell Sailing’in Atlantic Odyssey etkinliğini kasım ve ocak başı düzenlediğini fark ettik ve ocak geçişine kaydımızı yaptırdık.
Atlantik geçişi için nasıl bir hazırlık yaptınız?
Atlantik geçişi öncesi Türk denizcilerin deneyimlerinden tabii ki çokça yararlandık. Bu camianın içinde çok yeni olduğumuz için çoğuyla tanışmamız zaman aldı ama özellikle yazdıkları kitapları ben birer kez, Zehra en az iki-üç kez okuyarak satır aralarından dersler çıkarmaya çalıştık. İlk olarak Özkan Gülkaynak ile tanıştık ancak kafamızda daha bir plan yoktu. Atlantik geçişi netleşmeye başladıktan sonra Amel 54 ile tek başına dünya turu yapan Halidun Karagöz’le buluşmalarımız başladı. Hem seyahat hem donanım anlamında çok yararlı bilgiler, tavsiyeler aldık. Aynı tekneleri kullanıyor olmamız bakımından bize çok fayda sağladı, bizi cesaretlendirdi. Las Palmas’ta tanıştığımız denizci dostlarımızdan da yararlandık. Özellikle Soulmate teknesinden Gülin Bozkurt’a hazırlık işini çok daha ciddiye almamız konusundaki tavsiyesi için çok teşekkür ederiz. Yola çıkmadan önce, Üstad Sadun Boro’nun kabrini ziyarete ve vedaya gittiğimizde Balıkçıl teknesinden Elif ve Mustafa ile Karacasöğüt’te buluşup hazırlıklarımızı anlattık, tavsiyelerini aldık. Çıkmadan birkaç gün önce de daha önceden telefonla irtibat kurduğumuz krem İnözü ve Cemile Hanım’la İstanbul’da buluştuk. Bize ev sahipliği yaptılar ve deneyimlerini paylaştılar. Hepsine teşekkür borçluyuz.
Geçişi kaç günde tamamladınız?
Atlantik geçişimiz, tüm olumsuz koşullara rağmen 19 günü biraz aşan sürede tamamlandı. İyi koşullarda bu vasat bir süre ancak bizim ve filonun çoğunluğunun, güvenli bir rota seçerek 2.800 yerine 3.000 deniz mili net yol geldiğimizi (tramolaları, zigzagları ve kötü havadan kaçmak için yaptığımız doğu-batı kaçışları saymazsak) hesaba katınca beklediğimizden iyi bir performans gösterdik. Sonuçta Atlantic Odyssey yarış özelliği ve önceliği olmayan bir ralli. Derece yapanlara kesinlikle kupa verilmiyor, derece açıklanmıyor ama varış sırası internet sayfasında yayınlanıyor. Bizim için asıl olan kendimizle yarışmak ve becerilerimizi ölçmekti. Sonuçta finiş çizgisine beklenmedik şekilde gece yarısı ikinci olarak vardık. Aldığımız dereceden çok daha önemlisi, deneyimsiz bir Türk ekibi olarak diğer deneyimli ekiplerin takdir ve sempatisini kazanmaktı.
Bu organizasyona katılmak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?
Yalnız başına geçme tercihiniz yoksa bu organizasyonu Atlantik geçişi için kesinlikle öneririz. Ticari kaygıları ön planda olmayan, buna karşın işini profesyonelce yapan ve ciddiye alan bir ekip. Katılımcı tekne sayısı da sınırlandığı için kendinizi aile içinde hissetmemeniz imkansız.
Ocakta geçecek denizcilerin de mümkünse kasımda ilk çıkıştan 10 gün önce Lanzarote’de olup eğitim ve etkinliklere katılmasını, katılımcılarla tanışmasını, adaları gezip Lanzarote’den sonra Noel’e kadar Las Palmas’ta kalıp tüm teknik işlerini ve sebze meyve dışında hazırlıklarını bitirmesini öneririz. Tabii ARC’nin çıkışına kadar Las Palmas’ta yer bulmak mümkün değil ancak rahatlıkla dışarıda demirde kalınabilir ya da ARC’nin çıkış günü gelinebilir. Lanzarote’de Atlantic Odyssey katılımcılarının ek indirimi var. Las Palmas ise ucuz bir marina. Biz 55 feet için günlük, indirimsiz 16 euro ödedik. Kasımda geçmek isteyenler içinse bizim önerimiz biraz daha erken gelip Kanarya Adaları Rallisi’ne katıldıktan sonra Cape Verde duraklı Adalar Rallisi ile Atlantik’i geçmeleri.
Bu yazı Temmuz 2017 sayısında Dünya Turu üst başlığı ile yayınlanmıştır.
Amel 55 model Kandiba’nın mürettebatı Antalyalı Zehra-Hasan Şirin çifti ve köpekleri Carlos’tan oluşuyor. Atlantik geçişinde yer alan Fatmagül Yıldırım, iş hayatı nedeniyle bu etaba katılamadı. Pasifik geçişini tamamlayan, şimdilerde Sosyete Adaları’nda gezinen Şirin çifti, teknelerini bırakacak güvenli bir yer bulduktan sonra ekim ayına doğru Türkiye’ye dönecek. Siklon sezonunda memleket ve aile hasreti gidermeyi planlayan Kandibacılar, kendilerini ilk fırsatta yeniden Pasifik’in büyülü dünyasına bırakmayı hedefliyor.
Atlantik seyahatinden sonra tekrar yola çıkmaya nasıl karar verdiniz?
Aslında Pasifik rotası daha baştan planlanmıştı, hatta “Atlantik’i Pasifik’e varabilmek için geçtik” diyebiliriz. Buradaki doğa olsun, insan olsun güzellikleri görebilmek, yaşayabilmek için bunca mili kat ettik. Aksi takdirde geçen yıl nisan-mayıs gibi Karayiplerden yukarı çıkıp dönmemiz gerekirdi. Biz Karayipleri aşağıdan yukarıya gezdikten sonra, güneyde Grenada’ya indik. İki haftalık sıkı bir çalışmayla tekneyi fırtına mevsimine hazırladık ve Haziran 2016 başında evimize döndük.
Ne zaman, nereden yola çıktınız?
Bunu ikiye ayırarak cevaplayalım… “Grenada’dan ne zaman çıktınız” ve “Karayiplerden ne zaman ayrıldınız” diye. Ekim sonunda Grenada’ya vardık. Tekneyi yola hazır hale getirip 10 gün içinde Martinik’e doğru yola çıktık. Yolda yine Union Adası, Bequia ve Saint Lucia’da mola vererek Martinik’te Marina du Marin’e bağlandık. Teknenin geçen yıldan kalan arızalarını, buradaki Amel servisinde gidermek istiyorduk. Araya diğer işler, Noel ve yeni yıl girdiği için beklediğimiz gibi bakım, Ocak 2017’nin üçüncü haftasında ancak bitti. O arada World ARC ile dünya turuna devam eden North ekibi, Can Çağlar ve ekibi ve tabii ki Elitez ailesiyle hoşça zaman geçirdik. Çıkmadan birkaç gün önce de Koza teknesi ile Nurettin-Ebru İşletici çifti geldi. Velhasıl bu sezon, geçen sezonun aksine epeyce Türk teknesinin Atlantik’i geçtiği güzel bir sezon oldu. Biz de uygun havayı bulunca 18 Ocak’ta asıl yolculuğumuza; Pasifik’i geçmek üzere Martinik’ten başladık.
Bugüne kadar rotanız nasıldı? Yolculuğunuzu kısaca anlatır mısınız?
Martinik’ten sonra Venezuela’nın üstünde, Hollanda’ya ait ABC (Bonair, Curacao, Aruba) Adaları’na uğradık. Kolombiya Denizi için uygun hava beklerken burada planladığımızdan fazla kaldık. Venezuela kıyıları çok güzel olduğu halde artık korsanlık ve asayiş sorunları yüzünden kimse uğramıyor. Ardından çıkıştaki planımızda yokken beş günden sonra Kolombiya’da Santa Marta şehrinde marinaya bağlandık. Bu süre Kolombiya için çok kısa ancak beş günü geçince teknenin geçici ithalatı gibi bürokrasi devreye giriyor ki ne kadar süreceğini kimse bilemiyor.
Santa Marta’dan sonraki durağımız Panama’ya bağlı San Blass Adaları veya diğer adıyla Kuna Yala (Kuna Otonom Bölgesi) oldu. Bu güzel coğrafya ve insanlar arasında ancak 10 gün kalabildik. Çünkü Panama Kanalı geçişini mart ayının ilk haftasında yapmak istiyorduk. Panama girişimizi Puerto Lindo’da yaptıktan sonra Kolon’da Shelter Bay Marina’ya bağlandık.
Ancak çok önceden acenteyle işlemleri başlatmamıza ve şubat sonu marinaya gelmemize rağmen, karnaval nedeniyle ancak 11 Mart’a geçiş günü alabildik. Yol alışverişimizin çoğunu burada yaptık. Antalya’dan yakın arkadaşımız olan ve o günlerde yeni bir Amel 55 almak için anlaşma imzalayan Avukat Sezgin Tekin de kanal geçişimize katıldı. Kanal geçişleri tüm yelkenciler için heyecan verici ve seyahatin önem verilen bir safhası ve hatırası. Sezgin dostumuzu Panama’dan uğurladık ve iki uzun geçişin hazırlıkları için bir süre Panama City’de marinaya bağlandık. Ancak Panama’da iş yaptırmak hem sıkıntılı hem de sanılanın aksine Karayiplerden daha pahalı. Neyse ki Antalya’dan Panama’ya taşınıp buraya yerleşen Şeniz ve Güliz dostlarımızla buluşunca, bazı işlerimiz ve özellikle alışveriş faslımız çok daha kolay oldu.
Panama’dan sonra nasıl devam ettiniz?
Hava durumunun çok belirsiz ve dengesiz olduğu Galapagos geçişi için nispeten uygun bir hava aralığını görünce 23 Mart sabahı yola çıkmaya karar verdik. Arada iki gün çok sayıda sağanak, yıldırım ve iri dalgalarla uğraşsak da akıntı ve rüzgâr en iyi değerlendireceğimiz bir rotada 890 mil yol yaparak beş günde San Cristobal Adası’nın Wreck Koyu’nda demirledik. Arkadan gelen teknelerin beş-beş buçuk gün motor yaparak altı-yedi günde geldiğini görünce zamanlamanın ne kadar isabetli olduğunu anladık.
Tabii ki Galapagos yolunda ekvator çizgisini geçtiğimizi de hatırlatalım. Gece saat 02:00’de ekvatoru geçerken, biz de denizci geleneğine uyup üç kadeh rakıdan birini Poseidon, birini üstadımız Sadun Boro için denize döktük. Üçüncüden de biz birer yudum aldık.
Galapagos muhteşem bir coğrafya ama yatlara çok zorluk çıkarmaları, giriş ve kalış maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle uğramadan geçen tekne sayısı her yıl artıyor. San Cristobal ve Santa Cruz Adaları’nda iki hafta geçirdikten sonra, 12 Nisan öğleden sonra uzun Pasifik geçişine başlamayı kararlaştırdık.
Geçişin sonunda nerede bağlandınız?
Başlangıçta 200°’ye rota tutup iyice güneye inmeyi hedefledik. İki saat sonra rüzgârı bulup yelkenleri açtık ve giderek artan rüzgârla ilk beş gün 900 mil yaptık. Sonrasında 9° güneye inene kadar dengesiz rüzgârlar, yandan arkadan dalgalar ve sık sağanaklarla boğuşarak tedbirli bir seyir dönemine girdik ve 18,5 gün sonra Markiz Adalar Grubu’nda Hiva Oa’ye demirledik. Yanımıza bir yardımcı almamız da iyi oldu. Nöbetleri üçer saate indirdik ve çok fazla yorulmadan geçişi tamamladık.
Bilindiği gibi Markizler, Pasifik’te Avrupa’dan büyük bir alana yayılan Fransız Polinezyası’nın kuzeydoğu ucunda kalan volkanik adalar grubu. Bu nedenle müthiş etkileyici ve güzel bir doğaya sahipler. Tahiti’ye 900 mil civarında bir mesafede olduklarından hem yaşam daha basit hem fazla ziyaretçisi yok. Tam da beklediğimiz gibi.
Hiva Oa’da giriş yaptıktan sonra güneydeki, hava ulaşımı da olmayan Fatu Hiva’yi, sonra adaların merkezi Olan Nuku Hiva’yi, son olarak da Ua Pou’yu ziyaret edip bir diğer ada grubu Tuamotu’nun kuzeyine yöneldik. Tuamotu Grubu, büyük çoğunluğu atollerden oluşan, çok geniş coğrafyaya yayılı, tedarik gemilerinin bile seyrek uğradığı ücra adalardan oluşuyor. Bu bölgenin geleneksel adı ‘tehlikeli coğrafya’. Navigasyon aletleri, haritalar çok gelişmiş olsa da hâlâ bazı tekneler atollerin girişlerinde telef olmaya devam ediyor. Gelgit tablolarının çoğu tutmuyor ve girişlerde 3-6 knot arası akıntı olabiliyor.
500 mile yakın seyirden sonra ilk durağımız girişi 2 metreye kadar düşen Manihi Atolü oldu. Burası Polinezya’da ilk siyah kültür incisi üretiminin başladığı yer. Ardından yakındaki meşhur Ahe Atolü’ne ve son olarak da Rangiora’ya uğradık. Rangiora Pasifik’teki en büyük atol, dünyada da ikinci. Buralarda gerçekten de dünyanın öbür ucunda olduğunuzu hissediyorsunuz her yönüyle. 2.000 kilometreye yayılmış 80 adada sadece 17.000 kişi yaşıyor.
Son uğradığımız Rangiora’da bir haftadan fazla sürmesi beklenen sert hava nedeniyle iki gece kalıp ayrıldık. Girişte kırılan iri dalgalar ve akıntıya rağmen gün ağarırken ayrılmamız sayesinde çok fazla hırpalanmadan Tahiti’ye ulaştık.
Rahmetli Sadun Boro Üstat, yola çıkan denizcilere verdiği rakı şişesini, yolun yarısında, Tahiti’de açmalarını tembihlermiş. Biz Usta’ya ancak mezarında veda edebildik ama işte Tahiti’deyiz. Yani yolun yarısı. İmkânların çok sınırlı ama doğanın ve insanların muhteşem olduğu yerlerden sonra nüfusu büyükçe bir ilçeden daha az olan Tahiti bize metropol gibi geldi.
Bugüne kadar seyirleriniz nasıl geçti, sıkıntı yaşadınız mı?
Dünyanın yarısını yelkenli ile dolaşıp hiç sıkıntı yaşamadık dersek inandırıcı olmaz sanırız. İkinci yılımızda hava koşulları dışında ciddi teknik sıkıntılarımız olmadı, olanları da yolda çözebildik, o açıdan şanslı sayılırız.
Havanın sert, dalgaların 3-5 metre olduğu koşullarda, teknemizin oturaklı ve denizci oluşu sayesinde çok rahat yolculuklar yaptık. Uygun mevsimlerde, hava ve deniz koşullarına göre seyahat planlaması yapmanın çok faydasını gördük. Buna rağmen uzun geçişlerde beklenmedik gelişmelere hazırlıklı olmak lazım. Pek çok denizci gibi biz de bunları yaşadık. Geçen yıl Atlantik geçişinde içine düşmemek için iyice güneye indiğimiz ama bu yüzden de başka bir cepheye yakalandığımız fırtınanın, biz karşıya varana kadar Alex Kasırgası olarak adlandırılması gibi…
Bazı denizlerde fırtınaya yakalanmamak için çok çok şanslı olmak lazım. Bu yılki güzergâhımızda yer alan Kolombiya buna bir örnek. Biz iyi havayı beklememize ve hava raporlarında en çok 30 knot rüzgâr göstermesine rağmen, son bir buçuk günü sert rüzgâr ve 5-6 metrelik dalgalarla geçirdik. Koyda rüzgâr düşer derken, 50-55 knot rüzgârda üç saat gezindikten sonra, 48 knot rüzgârda marinaya girip zar zor bağlandık. Bunlar denizde yaşanan şeyler ama kıyıya veya demir yerine varınca her şey unutuluyor. Kötü havada bile denize çıkmak zorunda olan profesyoneller bir yana, keyif için yola çıkan, dikkatli bir denizcinin kötü koşullarda geçirdiği zaman herhalde yüzde 2-3’leri geçmez. Ama en çok hikâyenin bu yönü merak edildiği için çokça konuşulur. Unutmamak lazım ki klasik dünya turu, dikkatli planlandığı zaman en rahat seyirlerden birisidir.
En sevdiğiniz yerler nereler oldu?
Bu yılki güzergâhımız ve gezimiz tam bir rüya alemi. Tam da hayal ettiğimiz gibi. Panama’dan sonra Galapagoslar, Markiz Adaları, ‘tehlikeli coğrafya’ Tuamotu Adaları, hepsi birbirinden güzel… Bunlara bir de Karayip Denizi’nde Panama’ya bağlı San Blass Adaları’nı eklemek lazım. Yani Kuna Yala ülkesi. Hepsi ruhumuza işledi, keyifle gezdik, buruk ayrıldık. Hepsinde daha uzun kalmak isterdik. Doğal güzellikler ve ücra köşelerde olmanın getirdiği daha basit hayatlar, kendi hayatımızı ve yaşadığımız anlamsız stresi sorgulamanın getirdiği iç huzur bir yana, hepsinin ortak özelliği insan dokusunun güzelliği. Önyargısız, menfaat hesaplarının en az düzeyde olduğu; insanların akıllı telefon, araba, buzdolabı hatta Pasifik’te sebze bulamadan mutlu olabilmeleri; sokakta selam vermeden ve daha önemlisi içten bir gülümseme olmadan geçen kimsenin olmaması... Bir kısmının geçmişinde yamyamlık olsa da insanın en saf, bozulmamış ve yalın hali. Esasen içeriden bakınca yamyamlık dediğimiz olayın da barbarlıktan öte bir inanç ve gelenek meselesi olduğunu anlıyorsunuz. Yani bir kurban ritüeli. Bu konuda fazla ukalalık yapmayalım ama gezip görüp algıladığımız bu.