Cüneyt Cankurtaran anısına..
Aramızdan ayrılmasının derin üzüntüsünü yaşadığımız bu dönemde, birlikte değerli anlar yaşama fırsatı bulduğumuz 2007 Aralık yazımız ile kendisini özlemle anıyoruz…
Kuma, Sirena I, II, Arsız… Çoğu yelkenci onu yarıştığı teknelerle ve ekiplerle hatırlıyor. Ancak kazandığı kupalardan daha önemli olan, Türk yelken sporuna yaptığı katkılar. Cüneyt Cankurtaran, maddi-manevi destek verdiği sporculardan birinin deyimiyle Türk yelkenciliğinin ‘aya çıkma’ macerasının perde arkasındaki kahramanı...
Yazı: Ayşegül Bakış
Yarışlara katılmaya Kuma teknesiyle mi başladınız?
Evet, ilk kez Aydın Yurdum ile birlikte yarışmaya başladım. O zaman çocuktu daha. Sirena I ile Büyük Yarış’ta Aydın dümendeyken Kuşadası’na bir girişimiz var; hâlâ unutamadığım yarış anılarından biridir. Hava iyi esiyordu, Vanessa önümüzde Kuşadası’na giriyorduk. Üzerimizde balon vardı. Arkadan gelip Vanessa’yı da geçip ‘Bırak bırak, koy koy, çek çek’ diye diye Kuşadası’na girdik.
Hangi yılda yarışmaya başladınız?
1976’da başladım.
Kuma ile çok yarışa katıldınız mı?
Evet, ilk kupamı Kuma ile aldım. Küçücük bir kupaydı. Yarışlara ilk kez girmeme sebep olan isim Nail Keçeli idi. “Onun elinden kupa alacağım” dedim ve aldım.
Bir dönem federasyon as başkanlığı yapmışsınız? Hangi dönemdi?
1984 – 1988 dönemi. Macit Buluç başkanlığında kurulan federasyon.
O dönemde sporculara çok destek olduğunuzu öğrendik. Hatta sporu bırakmaya karar veren Aydın Yurdum’a siz engel olmuşsunuz?
Ben federasyon as başkanlığı yaparken yurtdışından getirilen tekneler kulüplere veriliyordu. ‘Nereye gidiyor, ne yapılıyor?’ diye kimse hesap sormuyordu. Biz hesap sormaya başladık, bazı kulüplerden alıp, diğerlerine veriyorduk. Değiş tokuş yapmaya başladık. Teknelerin sahipleri aldıkları tekneleri kendi malları gibi kullanıyordu, onu yapamaz hale geldiler. Türkiye Şampiyonası’nda iyi dereceye giren sporculara tekne vermeye başladık. Aydın da o dönem kötü bir yerli tekne ile yarışıyordu. Yurtdışından gelen 470’lerden birini alamadığı için çok üzüldü ve sporu bırakmayı düşündü. Neyse konuştuk falan vazgeçirdik. Sonra bir gün ‘gümrükten bir şey alınması gerekiyor’ diye gönderdim onu. Teknesiyle geri döndü.
Cüneyt Cankurtaran, Cemil Ökten, Aydın Bülbülkaya ve Aydın Yurdum
Siz Aydın Yurdum’a tekneyi verdikten sonra Türkiye Şampiyonu olmuş galiba?
Evet kendi imkanlarımla tekneyi getirttim, Aydın da şampiyon olarak yanılmadığımı göstermiş oldu bana.
Harken gibi profesyonel bir markanın da Türkiye temsilciliğini yapmışsınız galiba…
Evet, Marlow, SP sistemin Türkiye temsilciliğini yaptık. Laseri Türkiye’ye biz getirdik, ama ona hiç bulaşmadım. Sadece indirim yaptırdım. Federasyonu kullanarak satış yapıyor gibi görünsün istemedim.
Profesyonel hayatınızda da yelkenle ilgili işler yapıyor muydunuz?
Hayır, fazla ilgilenmedim, asıl mesleğim sanayicilik.
Olimpiyatlara Oyunları’na katılırken Arif Gürdenli, Haluk Babacan, Kutlu Torunlar gibi isimlere hem maddi hem manevi destek olmuşsunuz. Sonuçlardan memnun oldunuz mu, başarılı çalışmalar yürütüldü mü sizce?
İyi çalışmalar yürüttük, Kanadalı dünyaca ünlü antrenör Pat Healy‘yi getirttik. Bizim takımımızı trim etti. Giderken de bana pusulasını verdi, çok kıymetlidir o pusula benim için.
Şu anda Türk sporcularının Olimpiyat Oyunları’nda başarılı olması için nasıl bir çalışmalar yürütülmesi gerekiyor?
Federasyonun dört yıl için ama Olimpiyat Oyunları’na endeksli seçilmesi gerekiyor. Olimpiyat Oyunları’ndan sonra fes edilip yeniden seçilmesi lazım. Başarı, olimpik takım ve yaklaşımla olur yoksa olmaz. Biz o dönemde federasyon olarak Olimpiyat Oyunları’na endekslemiştik kendimizi, ona göre çalışma yapıyorduk. Dört sene sonunda ben istifa ettim. Başkan istifa etmedi. Bir dönem daha götürdü. Sonra başkanlık İstanbul’a geldi. İstanbul’dakilere de anlatamadık derdimizi, o sistem oturmadı bir türlü.
Arsız’ı ne zaman aldınız?
Arsız’ı Sirena I ile takas ettim. Arsız’la Mehmet Peynirci kupa alırken benim teknemdi.
Yaptırdığınız tekne Sirena I mi, Sirena II mi?
Sirena II, kompozit olarak Fatih Gorbon tarafından yapıldı. Valicelli tasarımı 50 foot bir tekneydi. Yunanistan’a götürdük Sirena II’yi. Tekneye bakmak için kuyruk oldu marinada. Biz Yunan Konsolosluğu’nu bilgi almak için aradığımızda “Marinada büyük bir kuyruk var, tekneyi seyretmeye gidiyoruz” deyip kapattılar telefonu. Türkiye’de Carbon/Kevlar/Nomex malzemeleri ile inşa edilen ilk gerçek anlamdaki kompozit tekneydi. Performansından da çok memnun kaldık. Daha sonra Mehmet Peynirci satın aldı tekneyi. Türkiye’de birçok kişi kompozit işçiliğini bu tekne ile öğrendi.
Sirena II ile Sardinya Cup’a da katıldınız değil mi?
Evet, 1988’de. Katılabilmek için seçmelerde canımıza dişimize takarak yarıştık. Kupalarımızı aldık. Çivileri çaktık. Sirena II Türkiye olarak. Sardinya Cup’a o yıl Türkiye’den üç tekne katıldı, Sirena II, Turkish Delight ve Andelsbanken. Türk takımı olarak dokuz ülke arasında dördüncü olduk, Sirena II ise 43 tekne arasında sekizinci oldu. Bu arada oradaki beş yarışlık şampiyonada üç in shore yarıştan birinde birinci olduk. Oldukça önemli bir başarıydı bizim için. Sonra oradan Yunanistan’a gittik. Yunanistan’da bana “Sen bu ekibe kaç para veriyorsun?” dediler. Tabiî ki teknedeki herkes amatördü. Ben “Hiç para vermiyorum” deyince inanmadılar.
Yunanistan’da hangi yarışa gittiniz?
Selanik Cup’a (Porto Carras) gittik. Daha sonra da Northern Aegean Cup’a (1989 - 1990) katıldık, oradaki yarışlarda en iyi zamanı yaptık. Ertesi sene de gittik, bu kez Türkiye’den başka bir kompozit tekne, Bruce Farr tasasımı ve Gorbon Yachts üretimi olan Numan Nasuhioğluna ait olan İndigo, (şu anki adı Moon and Star) en iyi zamanı yaptı.
Sardinya Cup’a katıldığınız ekipte kimler vardı?
Dört Türk yarıştık. Halit Berdan, Bülent Arıkan, Burak Gorbon vardı.
Sirena III de özel yapım mıydı?
80 foot en son teknemdi, onu da sattım.
Ne zamandır yarışmıyorsunuz?
En son Sirena II ile Marmaris Cup’a girdim, orada bıraktım. Sirena III ile sadece geziyorduk.
Yelken yarışlarına olan ilgi açısından bu gün ne gibi farklılıklar var sizce?
Bu gün çok daha iyi. Eskiden denize çıktığımızda gördüğümüz tüm tekneleri bilirdik. Şimdi mümkün değil, çok yelkenli oldu. Eskiden kışın yelken yapan tekneler parmakla gösterilirdi. Dört Mevsim, Metres, Nirvana ve benim teknem. Topu topu dört tekne sayardınız kışın. Bizim rakibimiz Metres’ti, kupa zamanı onunla antrenmana çıkardık.
Sizi en gururlandıran başarınız hangisi?
Bütün yarışlar diyebilir miyim? Kendi içlerinde ayrı öyküleri vardır hepsinin. Hiçbirini diğerinden ayırt edemem.
Sizin için en özel olan yarış anılarınızdan birini anlatır mısınız?
Biz Sirena II’yi yaptırırken Samim Arduman bana “Niye 50 foot yaptırıyosun?” dedi. Ben de “Sizi geçmek için” diye cevap verdim. Vallicelli ofisinden Vittorio Mariani, Sirena II’nin yapımında çalışmıştı. Sonuçta tekne bittikten sonra hafif havada Uzma’yı geçip önünde first finiş veriyorduk. Marmara Adası yarışında Vittorio Mariani, bizim ekipte dümen tutuyordu. Marmara’yı döndük geldik, Uzma’yı geçtik. Fakat Fenerbahçe mendireğini bulamadık. Fenerbahçe feneri ışıkların arasına karışmıştı. Neyse sonunda, modaya doğru gittik, oradan da Fenerbahçe’ye.
Hiç korktuğunuz bir olay yaşadınız mı denizde?
Yaşadık, yarışta oldu. Sirena II yeni denize inmişti, Fenerbahçe’de deniyorduk. Bir kere broşa girdi tekne, çıkamadık. Dümeni söktük yeniden başladık. Baktık dümen sisteminde bir arıza yoktu, ‘herhalde biz yanılıyoruz’ dedik ve o şekilde yarışa girdik. Gece Marmara Adası’nı geçtik, Şarköy’e giderken, dümen dolabından birisi geçti. Onun üzerine titanyum dümen dolabı kırıldı. Yalnız ana yelken kaldık. Ana yelkenle kavança ede ede, dümen dolabını iplerle sardık. Tam düzeldi, ikinci defa Sigri Burnu’nda broş yedik. “Artık buraya kadar beyler” dedim. Olaya el koydum ve “Buradan sonra yarış yok!” dedim. Önde gidiyorduk ama bıraktık yarışı.
Bir sefer de Marmara Adası yarışındayız. İstanbul tarafına baktığımız zaman büyük bir ay doğdu. “Allah Allah bu mevsimde böyle bir şey olmaz” dedik. Teknede bir yabancı arkadaşımız da vardı, Ian Mc Donald Smith. “Hayatında böyle bir şey gördün mü?” diye ona sorduk. O da ilk defa gördüğünü söyledi. Ben çocukları yatıştırmak için “Bu atmosferik bir olay” dedim. Çocukları içeri soktuk. Sonra telsizle sahildeki radyo istasyonlarına çağrı yaptım. “Sahilde evler arasındayız, göremiyoruz” diye cevap geldi. Ekip “O tarafa dönmeyelim” dedi. Biz de rotamızı değiştirip sahile rotası yaptık. Sonra öğrendik ki kutup fecriymiş. Ama ertesi gün gazetelerde yelkenciler UFO gördü diye haberler çıktı.
Cüneyt Cankurtaran deyince ünlü yelkenciler ne dedi?
Söz konusu Türk yelken sporunun gelişiminde önemli adımlar atan bir denizci olunca, onu tanıyanlara anılarını sormadan edemedik.
Aydın Yurdum
Cüneyt Cankurtaran Kuma’dan sonra Sirena’yı yaptırınca çevreden aldığı tavsiyeler ile daha yaşlı ve tecrübeli bir ekip kurdu. Fakat bu ekip pek de başarılı olamayınca genç centerboat’cular ekibe dahil olmaya başladı. O dönemdeki dümencimiz hava 15 knot’u buldu mu pupada balonu indirir ayıbacağına dönerdi, biz gençler de çok daralırdık! Aşağı Yarışı’nda Marmara adasına yaklaşıyorduk, yine hava artmaya başladı ve bizim skipper balonu indirdi. Çok canımız sıkılmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Cenova ile gidiyorduk ufak tekneler bile bizi yakalayıp geçmeye başlayınca genç kadrodan sesler çıkmaya başladı. Bu kez “geç dümene o zaman” diyerek içeri girdi abimiz. Daha sonra rüzgâr artmaya başladı. Hafif de pandüller başladı. O zamanlar balonla birlikte basılan big boy diye bir yelken vardı. Sallantıyı kesmek için onu bastık. Ön grubu yakalamaya başlayınca keyfimiz yerine gelmişti ama dalgalarda büyümüştü! Bu arada bumba bir iki kez üzerimizden ters yönde geçince içerde Cüneyt Ağabey ve skipper’ımız durum muhakemesi yapmaya başlamışlar. Hatta bizim skipper “Cüneyt çık yukarda duruma el koy” demiş. Hava 25-30 knot arasında değişirken bir dalgadan inmeye başladık ama çıkmamak üzere. Önde Sirena’nın kaptanı Ferit Gerim vardı. Kafada pulpit’e oturmuş bir şeyler yapıyordu ki tekne daldı. Ferit boğazına kadar suya girmiş acıklı gözler ile bana bakıyordu. Tekne sağlam bir chinese broşu yedi! Kalktığımızda İstanbul’a dönmüştük, big boy ve balon paramparça idi. Kalktık, baktık başka sakatlık yok. Hemen 2.2 oz balonu basalım dedik fakat o zaman büyük teknelerde mandarların bir bölümü teldi ve onun üzerinde çok kötü kılçıklar olurdu. İşte o teller daha basarken 2.2 balonun yırtılmasına neden oldu. Biz de elimizdeki son balon 1.5 oz’a kaldık. Ekibin yaşlıları basmayın diye bizi uyarıyorlardı oysa bizim yarışı bu şekilde korkarak vermek gibi bir niyetimiz yoktu. “Basalım, elimizden geleni yapalım, o da patlarsa yapacak bir şey yok” dedik ve bastık. 10 dakika sonra girdiğimiz broş ile o balon da gitti. Ben de basın cenovayı çağırın skipper’ı dedim, içeri gidip yattım. İçeri girdiğimde Cüneyt Ağabey döndü “Yırtacak malzeme kalmadı, ondan mı yatıyorsun?” diye takıldı. Cüneyt Cankurtaran malzemeden hiç kaçmazdı. Yarışın ancak gerçekten yarışılınca kazanılacağını bilirdi ve şartları zorlamamızı severdi. Zaten ilerleyen yıllarda da ekibi tamamen bizler gibi düşünen gençlerden oluşturmuştu.
Burak Gorbon
Sardinia Cup’ta üçüncü in shore yarışa başladık, hava Sirena’nın çok iyi yürüdüğü 8-10 knot kuvvetinde esiyordu. Kupadaki en büyük tekne olarak önde gidiyorduk ama ratingimizi açıp açmadığımızı sürekli kontrol ediyorduk. Sonuçta en yakın rakibimizi düzeltilmiş zamanda 4 dakika farkla geçerek birinci olduk, finiş çizgisini geçtikten hemen sonra hakemlerden oluşan bir ekip zodiac’la tekneye yanaştı ve içeri girerek teknenin iç düzeninin rating deklarasyonuna uygun olup olmadığını kontrol ettiler. Cüneyt Ağabey dahil hepimiz heyecanlandık ama sonuçta hiçbir problem göremediler ve birinci ilan ettiler. Porto Cervo’ya döndüğümüzde marinada, yarışın sponsoru tarafından organize edilmiş parti ve şampanyalar bizi bekliyordu. Daha sonra akşam Cüneyt Ağabey birincilik kupasını yarışın ve Yacht Club Costa Smerelda’nın başkanı Kerim Ağa Han’dan aldı, hepimiz gururlandık. Sanırım bu kupa aradan yirmi sene geçmiş olmasına rağmen hala bir Türk yatçının aldığı uluslararası alanda aldığı en prestijli kupa.
Arif Gürdenli
Cüneyt Cankurtaran ile benim ilk anım 1983’e dayanıyor, ilk yat yarışına onun teknesi Sirena ile katılmıştım. O dönemde teknenin dümencisi Nur Okten’di. Bana ilk sorumluluğu da Cüneyt Bey o teknede vermişti. Aşağı Yarışı’nda geceleyin dümeni bana bırakmıştı ve gerçekten de çok heyecanlanmıştım. O dönemde Türkiye’nin en büyük iş adamlarından bir tanesi olmasına rağmen teknedeki samimiyeti ve içtenliği apayrıydı. Yakınlığını çok göstermez ama tanırsanız tavırlarındaki sıcaklığı fark edersiniz. Türk yelkenciliğinin gelişmesi için elinden gelen her türlü desteği vermişti. Türk sporcuların 1988 Olimpiyat Oyunları’na katılması için bir program hazırladı ve bunun ilk adımlarını bir iş adamı ciddiyetiyle attı. Yaptığı programa göre ilk çalışmalar 1986 yılında başladı. Dünyanın en önemli antrenörlerinden biriyle anlaşarak Türkiye’ye gelmesini sağladı ve onun tüm finansmanını kendi cebinden karşıladı. Daha sonra Olimpiyat Oyunları için takım kuruldu. Türk yelkenciliği çağ atladı. Benim için kişisel olarak önemli olduğu başka bir nokta daha var. 1988 yılından sonra 1990 yılında tekrar katılmak için üç yıllık ciddi bir programa başlamaya karar verdim. Bunun üzerine Cüneyt Bey ile konuştum. “Planını yap gel” dedi. Benim kafamda planım hazırdı ama o zaman bunları yazıya dökmekten pek anladığım söylenemezdi. Oturdum bir A4 kağıda el yazısıyla cetvelle çizerek, aylara bölüp Olimpiyat Oyunları programımı yazdım. Bugün yapsanız alay ediyorsunuz zannederler. Kağıda bakınca güldü zaten. “Bu programa göre sana ödemelerini sana yaparız” dedi. Ben de mutluluktan uçarak programa başladım, Amerika’daki kamplara katıldım. Onu da sürekli bilgilendiriyorum. Ama böyle bir desteği geri döndürecek enteresan bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kamptan sonra ilk yarışım olan Danimarka’daki İskandinavya Şampiyonası’na katıldım. O yarışta ikinci oldum 1990 senesinin mayıs ayıydı. İlk yaptığım koşa koşa telefona sarılıp Cüneyt Cankurtaran’ı aramak oldu. O da çok sevinmişti. Başka bir sefer de Avrupa’ya bir yarışa gidecektim. Her türlü programı yaptım, arabayı unutmuşum. ‘Cüneyt Bey imdat’ diye tekrar ondan yardım istedim. O da hemen bir yerlere telefon açtı, işten ayrılan birinin arabasını üç gün içinde bana tahsis etti. Yarıştan sonra Türkiye’ye döndüğüm gün arabayı Aydın Yurdum’a teslim ettim. Ama Almanya’dan Türkiye’ye kadar durmadan gelmiştim. O kadar süre içinde yiyip içtikten sonra temizletmeden aynı gün lazım olur diye hemen teslim etmiştim. Aydın Yurdum bayağı söylenmişti tabii. ‘Bu araba böyle mi teslim edilir?’ diye.
Haluk Babacan
Olimpiyat Oyunları kampanyamıza maddi ve manevi büyük destek verdi ve çok öne çıkmamasına rağmen o maceranın –o dönemde maceraydı hakikaten- arkasındaki en büyük güçtü. O olmasaydı yapılamazdı. Şimdi çok kolay geliyor ama üç tane Türk sporcusunu alıp dört-beş ay Avrupa’da, Amerika’da dolaştırmak o dönemde aya çıkmak gibi bir şeydi. O olmasa belki de bugünlere hiç gelinmezdi. Türkiye’deki olimpik yelkenciliğin kapısını açan isim olması bu spora yaptığı en büyük katkıdır bence.
Kutlu Torunlar
Bizim Olimpiyat Oyunları’na katıldığımız yıllarda sponsorluk bu kadar kurumsallaşmamıştı, daha hatır gönül ilişkileri ile yürüyordu. Arif Gürdenli ile bana Olimpiyat Oyunları’na hazırlık kampanyamızda maddi-manevi destek oldu. Yurtdışında dört ay geçirdik ve tüm bu süreçte masraflarımız karşıladı. En önemlisi Olimpiyat Oyunları’nda yelken dalında katılım onun desteğiyle 1988’de başladı ve ondan sonraki her sene katılındı. Biz de Türk bayrağını orada temsil etme şansına kavuştuk.