500 euro’ya denizde yaşamanın kitabını yazdı: YAPABİLİRSİN


“Yapabilirsin!” İsmini Türkçe Can olarak kullanan Giampaolo Gentili ve eşi Başak’la Marmaris Yat Marina’da buluştuk.

Yazı: Turgay Noyan

Naviga'nın Aralık 2014 sayısında yayınlanmıştır.

Bir tekne alıp, güneyde yaşamak... Büyük şehrin baskısından, iş hayatından bunalanların pek çok kez akıllarına getirip bir türlü cesaret edemedikleri bir şeydir. İnsanların bu düşü gerçeğe dönüştürememelerinin altında da, alışılmış standartların altına düşmek ve yaşamlarını idame ettirememek korkusu yatar. Biraz empati yapalım. Kendinizi kısa bir süre için çiftin yerine koyup düşünün; Roma’nın en sosyetik bölgesinde ünlü markaların çikolataları ve kalite gümüş hediyeliklerin satıldığı iki dükkanınız, bir de her gelenin mekanına hayran olduğu pizzacınız olsun. Üstelik iyi de para kazansanız. Üstüne üstlük eşinizin ayrıca tercümanlıktan geliri de olsa! Sonra günün birinde dönüp eşinize “Ne yapıyoruz biz? 7/24 bu tempo ile daha ne kadar gideceğiz, birbirimize ne zaman vakit ayıracağız?” diye sorar mıydınız? Haydi sordunuz diyelim. Sonra karar alıp her şeyi satıp savıp bir teknede yaşamayı becerebilir miydiniz? Giampaolo, bunun cevabını kitabında veriyor, “Yapabilirsin!” İsmini Türkçe Can olarak kullanan Giampaolo Gentili ve eşi Başak’la Marmaris Yat Marina’da buluştuk. Aslında yaz aylarında denizlerde bir araya gelmek için sözleşmiştik ama olmadı. Bu kez teknemi kışlamak için Marmaris Yat Marina’ya götürdüğümde onları karada Yakamoz’un işlerini yaparken yakaladım. O doğal halleri ile saçlarını başlarını bile düzeltmelerine imkan bırakmadan deklanşöre basmaya başladım. Gerçek deniz insanlarının tevazuu, doğallığı ile bu gayretimi hoşgörüyle karşıladılar. İçlerindeki mutluluğu tebessümlerinde de göreceksiniz…

  

Naviga okurlarının sizleri yakından tanımasını istiyorum. Birbirinizi nasıl buldunuz Allah aşkına, biraz anlatır mısınız?

Başak: Ben gıda mühendisiyim. Üniversiteden sonra yüksek lisans yapıp lisanımı ilerletmek için İtalya’ya gitmiştim. Can’la 1997 yılında tanıştık. Tamamen tesadüf. O sırada üçüncü sınıfta okuyordum. Bologna tren istasyonunda bekleme salonunda treni bekliyordum. Can da bir kenarda uyuyordu. İçeriye süfli bir adam girdi. Can’ı uyandırıp para istedi, alamayınca benim üstüme geldi. Sevimsiz bir durum. Can araya girip adamı uzaklaştırdı. Tamamen centilmenliğinden… Öyle tanıştık. Sonra uzunca bir süre mektuplaştık. 2000 yılında da evlendik. Aslında kendisi profesyonel fotoğrafçıdır…

İtalya’da yaşamak zor değil mi?

Aslında zor görünmüyordu. Ben mühendistim, yüksek lisans yapmıştım falan filan. Ama iş arayınca hiç kimsenin benim niteliklerimde birini istemediğini öğrendim. Ben de büyükelçilikte dört yıl tercümanlık yaptım. Sonra Badem adı verdiğimiz dükkanımızı açtık. Çok kaliteli bir semtte, çok rafine bir yerdi. Belçika çikolataları ve gümüş hediyelikler satıyorduk. Kısa zamanda dükkan sayımız iki oldu. Bu arada Can, tarihi bir fırını elden geçirip mükemmel bir pizzacı yaptı. İşler gayet iyi gidiyordu. Ama kendimize çok az vakit ayırabiliyorduk…

Yelkene nereden bulaştınız? Yoksa eskiden yelkenciliğiniz var mıydı?

Hiç ilgimiz yoktu. İtalya bir yelken ülkesi. Yapmak istersen her imkan var. Bizim yelken sevdası 2005 yılında başladı. Cartago Dilecta Est adında bir yelken yarışı vardı. İsteyenler bir teknede parası ile ekibe dahil olabiliyorlar. Roma’dan Tunus’a kadar sürüyor. Aralıksız 58 saat açık denizde yarışıyorsun. Ekip olma hissi, yardımlaşma, doğa ile mücadele vs… Ortam bizi büyüledi. Üstüne üstlük yarıştığımız Hanse 371 model tekneyle kendi sınıfımızda üçüncü de olmaz mıyız! Değmeyin keyfimize oldu. O tarihten sonra her fırsatta yelken yapmaya, öğrenmeye koştuk. Can, daha biz tekne sahibi olmadan motor, marangozluk, bakım aklınıza ne gelirse hepsini bir yolunu bulup öğrendi.

Teknenizi ne zaman aldınız?

2008 yılında. Ama öncesinde arayıp taramadığımız, incelemediğimiz tekne kalmadı. Her hafta sonunda ucuz uçak bileti bulup, daha önceden sözleştiğimiz dört-beş tekneye birden bakıyorduk. Neredeyse gitmediğimiz ülke kalmadı. 48 tekneyi detaylarıyla inceleyip gözden geçirdikten sonra Yakamoz’u aldık. 

Yakamoz adı çok güzel. Nasıl karar verdiniz, kaç yaşında?

2006 yılında Yakamoz dünyanın en güzel kelimesi seçilmişti. Her dilde var, herkes seviyor. Büyülü bir yanı da var… Adına öyle karar verdik. Alubat marka OWNI 41. Tamamen alüminyum bir yat. Gördüğünüz gibi taş gibi…1987 model. Bir Fransız kızı ve oradan aldık. Fransa’dan İtalya’ya getirdik. O zaman kendisine daha da hayran kaldık. Denizde yaşama kararını verdikten sonra birden her şeyi bırakamıyorsunuz. Önce evimizi sattık, dükkanları devrettik. Son dükkanı 2010 yılında bırakmışız. Tam da zamanında olmuş çünkü hemen peşinden ekonomik kriz geldi. Pek çok müessese kapanmak zorunda kaldı.

Yaşamınız nasıl geçiyor?

Öncelikle harika… Sekiz ay teknede yaşıyoruz. İki ay İstanbul’da babamla annemin yanında, iki ay da Roma’da Can’ın ailesinin yanındayız. Merak ediyorsanız bütçeye bu yolculukların bilet paraları da dahil…

Can kitap yazmış, fotoğrafçılık yapmıyor mu?

Yapmaz mı! O şimdi çok farklı bir çalışma yapıyor. Çevrede bulduğu materyalleri kullanıp fotoğraf çekiyor. Fotoğraflar tamamen olduğu gibi, üzerinde en ufak bir oynama yok. Kendisi bunu ‘resimle fotoğraf arasında bir diyalog kurma’ olarak nitelendiriyor. Sonra bunları büyük ebatlarda kanvasa basıyor. Her eser tek bir kopya. İlk sergisini 2012’de İstanbul Sanat Fuarı’nda açmıştı. Bu ay Bebek’teki Almelek Sanat Galerisi’nde 6 Aralık’ta yeni bir sergisi var. Sizleri de tüm denizci dostlarımızı da bekliyoruz…